GÖNÜL... GÖNÜL... DİYE TUTTURANLARA CEVAP:

 

Meselâ Oktay Sinanoğlu üstâd, “gönül” diye bir terimi tarifsiz olarak, yani kavramlaştırmaya lüzum görmeden kullananların -ve böylece de mistisizme prim verenlerin- başında geliyor... Kendisi bir de “bilim+gönül” diye bir terkip uydurmuş, alabildiğine kullanıyor; bâzı sıkıntılarını örtbas veya telâfî etmek için, “politikacı” kurnazlığına tenezzül ederek... Mistisizme kaçış adını verebileceğimiz böyle bir tavır, duygu ve düşüncelerle davranışlar arasındaki ilişki ve etkileşim bilinmediği zamanlarda (ve yerlerde) geçerlidir. Ama böyle bir tavır, Batı rasyonalizmine saplanmış olanlar için her zaman geçerli bir ihtiyaçtır; hem kendilerini -gizleyerek- rahatlatmak, hem de “mistisizm”in mûcidi olarak yaftaladıkları Doğulu'ları taktir eder gibi bir âlîcenaplığa bürünerek prim yapmak şeklinde faydalanmak üzere... Ki bu sûretle kurnaz Batılı aklı, Uzakdoğu'nun, “davranışlarla, duygu ve düşünceleri disipline etmek” anlamındaki öğretilerini de gözardı ederek, -özellikle Ortadoğu mahrecli- gerçek mistisizmi, bir sömürü aracı olarak canlı tutmaya çalışmaktadır aynı zamanda... Onun içindir ki, muhtevâsı veya içi boş “gönül” terimiyle yapılan spekülâsyonları ve/veya mugâlâtaları, ve de bunlara istinâden yaratılan fikrî kargaşa ve anlaşmazlıkları önlemek için, kısa bir hatırlatma ve/veya vurgu yapmam gerekiyor...

 

Ârî veya saf bir “gönül bağı” ilişkisi ancak, bütün biyolojik ihtiyaç veya beklenti endişelerinin üstüne çıkmış insanlar arasında sözkonusu olabilir. Meselâ ritmik “zikr” veya “semâ” âyîni yapan dervişler arasındaki “ritmik rezonans” hâli olarak, veya sırf insanlığın geleceğini düşünen erenler arasındaki, “sıralama” melekelerinin koordinasyonu şeklinde... Veya bir pure bilim dalındaki, ve özellikle de matematikteki bir problem üzerinde düşünen, dolayısile de benzer çağrışımları ve gerekli operasyonları yaparak, aynı bedâhat duygusunu ve “ispat” kararlılığını paylaşan bilim adamları arasında... Yoksa, sıradan insanlar arasındaki “gönül bağı”nın anlamı, en hâlisâne yorumla, mizâc (alışkanlıklar kompleksi) uyuşması veya intibâkı demektir. Kaldı ki bir çok insan bu kavramın içine -zımnen de olsa- cinsel haz veya çekim gücünü de katmaktadırlar... Dolayısile, kafası evrensel problemlerle meşgûl olan mütefekkirlerin veya bilim adamlarının, rutin hayâta mahkûm insanlarla “gönül bağı” kurması, yâni mizâc (huy) olarak onlarla benzer hâle gelmesi veya onlara sempatik görünmesi mümkün değildir. Çünki bu taktirde bilimci'nin, objektivitesini kaybederek, kitleleri, biyolojik ihtiyaçlar ve beklentiler yönündeki vaadlerle güden bir “politikacı”ya dönüşmesi kaçınılmazdır... Onun içindir ki, objektif tefekkür hâlinde bulunan bir bilimci, “gönül bağı” tesis etme arayışında bulunan insanlarla karşılaştığında, onların “istimzâc” çekiştirmesinden, yâni karşısındaki insanın mizâcını kendi alışkanlıklarına, beğenilerine ve beklentilerine göre forme etme uğraşından sıkılırlar; dolayısile de beklenen tepkileri veremeyerek “antipatik” duruma düşerler. Ki fikir adamlarının yalnızlığa mahkûm oluşlarının, ve de günlük hayâta ancak “nekre kişi”lik veya “rind meşreb” olarak (yâni alaycı veya esprili bir tavırla) katılabilmelerinin esas sebebi budur işte...

 

Ali Ergin Güran: 25/03/09