Sevgili kardeşim, İnsan(Emek) Bilimi hakkında yaptığım sözsel açıklamalar (Tebliğ’ler) üzerine izhâr etmekte olduğun sıkıntıyı anlıyorum. Üstelik bâzı ukalâ akademisyenlerin, benim makâlelerimi sırf bu açıdan fısıltı veya dedikodu şeklindeki eleştirilerle önemsizleştirmeye(küçümsemeye) çalıştıklarını da biliyor ve onun için bu hususta sana hak da veriyorum. Ama şunu da biliyorum ki akademisyenler, mevcut ilmî ve felsefî literatürde bulunmayan terimlere ve hatta kavramlara rastladıklarında, bunlarla ne anlatılmak istendiğine bakmadan, öne sürülen makâleleri veya tezleri görmezden gelme lüksüne (ve konformizmine) sahiptirler; bunun için yapılabilecek bir şey yoktur…
Ama senin de anlamanı istiyorum ki, açıklamaya çalıştığımız bilim, bütün felsefî ve bilimsel literatürün üslûbunu, mtodolojisini ve terminolojisini değiştirecek nitelikte bir farklılığa veya üstünlüğe sâhiptir. Çünki biz, her şeyden önce insanlık âleminin –üzerinde devindiği- modülünü keşfetmiş bulunuyoruz. Bu keşif, sayılar sisteminin modülü olan “0”ın keşfine benzeyen ama ondan çok daha fazla değiştirici, dönüştürücü etki potansiyeline sâhip olan bir buluştur. Ve de zâten, sözsel terminolojilerin lüzumsuzlaşmakta ve kavramların notasyonel hâle dönüşmekte olduğu “Bilgisayar Çağı”na denk gelmiştir. Dolayısile “İnternet”in yapmakta olduğu “seksüel prodüktör”lük görevinin, kısıtlanması ve daraltılması işlevinin de bu keşiften beklenmesi gerekir.
Bu durum muvâcehesinde önce şu noktayı vurgulamalıyım ki, “İnsanlaşma Kaosu” veya “İnsanlık Âleminin Modülü” gibi tanımlamalarla ifâde edip ortaya çıkarmakta olduğumuz “zamanlar üstü” ve/veya “tarih dışı” bir kavrama ad vermek, hiç de kolay bir iş değildir. Sözsel literatürden derlenecek en uygun yakıştırmalar bile tarihî bir devri veya kronolojik bir perspektifi çağrıştırmakta, dolayısile de kavramı çarpıtmaktadır. Onun için diyorum ki, bu kavram ilerde, belki de sâdece bilgisayar ortamında kendisine verilecek Modülo(x) veya
0-Zonu gibi kod adlarla anılacaktır. Ki zon(zone) sözcüğü,hem “Biriç” oyunundan bildiğim, hem de Roma’lı komutanların, “savaş sanatı” açısından önemli(kritik) gördükleri bazı nehirlere yakıştırdıkları sıfat olarak görüp anladığım kadarıyla, “aşılmadan, başarılı olunamayacak bir geçiş veya giriş yeri veya aralığı” demektir; ve onun için de bizim kavrama çok uygun düşmektedir. Çünki bizim kavram da, “aşılmadan birey(veya adam) olunamayacak hayat pratiği ve imtihanı” gibi bir anlama gelmektedir…
Benim uzunca bir süredir bu temel kavram için kullandığım, önce “Panteistik Zon” sonra da “Panteist Zon” isimleri veya terimleri, aslında pragmatik bir amaç güdülerek uydurulmuştur. Önce bunu, Batı felsefesi hakkında kulaktan dolma bilgilere sâhip olanlara âşina gelecek bir tamlama diye düşündüm; sonra da anlatmak istediğimiz kavrama en yakın anlamlı sözcüklerden müteşekkil olduğu için tercihe şâyan buldum.
Aslında Batı Avrupalıların, ve zannedersem ilk defa Spinoza’nın uydurduğu “Panteizm”, terim olarak çok “abuk”, kavram olarak da çok muğlâk bir sözcüktür. Çünki bilimsel olmayıp, felsefenin âhır zamanında, felsefî mugâlâtaların çocuğu olarak dünyaya gelmiştir… Aslında bu, pan-tanrıcılık gibi bileşik bir sözcüktür. Ancak buradaki “pan”, bazı Anadolu halklarının totemi olan “keçi”yi ifade ettiği halde bu bileşik sözcükle ona tanrı pâyesi verilmiştir… Gerçi eski Mısır’daki tapınakların panteonunda da –meselâ- çakal gibi eski totemler tanrılarla birlikte korunmuş ve onlarla bir tutulmuştur; ama buradaki Pan, aynı zamanda her yeri ve her şeyi kuşatmış olan bir ruh şeklinde de tasavvur edildiğinden, “Panteizm” kavramı aslında, bizim “uluruhculuk” dediğimiz, müşahhas tanrı kavramının oluşmadığı ve objelerin, spesifik davranış biçimleriyle birlikte adlandırıldığı, dolayısile de flû bir biçimde algılandığı totemli ve tabulu ilkel devirlerdeki din(ve/veya hayat tarzı) anlayışına yakın bir anlam taşımaktadır. Ve de buradaki “teizm:tanrıcılık” bileşeni, politeizm, monoteizm gibi terimlerden etkilenilerek yapılmış yanlış bir eklemedir…
Son olarak “Panteist Zon” kavramına eşdeğer olarak gördüğüm ve önerdiğim “Kadîm Zaman” terimi de bence gâyet uygun düştü…Çünki bu deyim, açık bir şekilde “zamanlar üstü” anlamını taşımaktadır. Ancak tabii ki buradaki “zamanlar üstü”nden kasıt, yaratıcı bir yaşam pratiği değil, ilk uygarlıkların kurucusu “Allah-Baba”lardan (veya Tanrı-Kral’lardan) kalan ve ölümsüz zannedilen, insanlığın ortak gelenekleri, genel kabulleri veya paradigmalarıdır… Ama ben, “zamanlar üstü” anlamını ihtiva eden bu terimin, -giderek anlaşılıp alışılacak olan bir anlam kaydırmasıyla- kazanılmasının kolay ve yararlı olacağını düşünüyorum…
Biliyorsun ki, aslında bütün yeni kavramların adı uydurmadır…Kavram, anlaşılmaya başlayıp netleştikçe adı da üzerine yapışır ve giderek insanlarda, sâdece o kavramı çağrıştıracak bir şekilde alışkanlık yapar… Felsefî kavramlar, sözsel mantık ve retorik(sözün gelişi alışkanlığı) mûcibince edebî literatür içinde kullanıla kullanıla, bilimsel kavramlar da, ölçülere dayalı olarak yapılan pratik ve deneylerin, matematiksel bir metodolojiye oturmasıyla netleşir. Ki bizim temel kavramımızı(Panteist Zon’u) netleştirecek deneylerin yapılabileceği basit bir laboratuar(Kulüp) bile kuramadık henüz… Onun için sözsel ifadelerle anlatımda sıkıntı çekmemiz çok doğal…Çünki bizimkisi, yazı yazdıkça okuyanlarda alışkanlık yaratılarak kabul ettirilebilecek –veya yutturulabilecek- bir felsefî kavram değil…Bizim kavramımız, mûcizevî mârifetlere yol açarak, herkesin gönüllü katılımını sağlayıp, herkesi nasîbince yararlandıran bir bilinçlenme ve bilgilenme sistematiğinin adıdır…
Ali Ergin Güran-16/07/07