Mısır Uygarlığı'nın tanrısal kral (Firavun) ve hânedanları, -baÅŸta Hz.Musa olmak üzere- peygamberler ve dinleri tarafından hep lânetle anılmışlardır. Ancak ne gariptir ki, Batılı bilim adamları da, koskoca Mısır Uygarlığı'nı, hiçbir zaman sistematik (metodolojik) bir ÅŸekilde ele alıp incelemeye yanaÅŸmamışlardır; âdeta bütün uygarlığı -bir zımnî anlaÅŸma ile- lânetlermiÅŸcesine... Ama aslında, böyle bir “zımnî anlaÅŸmaâ€nın, “paradigma†veya “geleneksel ortak kabuller†anlamında bir gerçek “muhtevââ€sı mevcuttur; her ne kadar ÅŸekilsel anlayışlar farklı farklı olsa da... Yâni, batılı düşünürler ve bilim adamları, “Sumer-Grek-Roma†kökenli sekter zihniyet ve paradigmalarının çökeceÄŸini, dolayısile de -sömürüye dayalı- Batılı yaÅŸam tarzının ve uygarlığı'nın sona ereceÄŸini hissettikleri içindir ki, “Mısırâ€Ä± incelemekten imtinâ etmekte, hatta korkmaktadırlar. Ama “korkunun ecele faydası yoktur†tabii ki... Hint'i ile Çin'i ile bütün insanlığın gönüllü olarak bir “global entegrasyonâ€a gidebilmesi veya girebilmesi için, Mısır Oryantasyonu bir “gerek ÅŸartâ€tır. Çünki insanlığın içindeki bütün bölünmelerin ve anlaÅŸmazlıkların kökeni (sebebi ve jeneriÄŸi) Sumer Uygarlığı'nın oluÅŸumunda mündemiçtir; ki nitekim, Mezopotamya bölgesi hâlâ, Dünya'nın “fitne gen'i†olarak misyonunu sürdürmektedir... Zira insanlığın “panteist zonâ€dan çıkışında, yâni “totemâ€li, “tabuâ€lu insan topluluklarının “taÅŸ devriâ€ni aşışında, “ritmik âyin†liderleri (şâmanlar), birdenbire “tanrı-kralâ€lar hâline gelmiÅŸlerdir Mezopotamya'da... Yâni Sumer Uygarlığı, insanlığın “tez†konumu olan Panteist Zon unutularak ve/veya vahÅŸi (ilkel) yaÅŸam diye yok sayılarak kurulmuÅŸ, ve onun için de -her iÅŸin bilinçli olarak hazırlandığı, ve hazırlayanların (tanrı'ların) bulunduÄŸu- mistik (metafizik) bir “öbür dünya†kurgusuna mecbur kalınmıştır. Bunun sebebini, Mezopotamya denilen yaÅŸam sahasının (habitat'ın), totem hayvanlara (ve de aÄŸaçlara) nazaran, av hayvanları bakımından daha zengin olmasına, ve de hava ÅŸartlarının elveriÅŸsizliÄŸine baÄŸlamak mümkündür. Ki bu yüzden, -avcılık ve savaşçılık,dolayısile- “tanrısal komutanâ€lık karakteri temâyüz etmiÅŸ, ve de ortaya çıkan bu mütehakkim karakter, tüketemiyeceÄŸi veya itlâf edemiyeceÄŸi kadar insan yakaladığında, kastî iÅŸbölümü düzeni oluÅŸturmak sûretiyle “tanrı-kral†hâline dönüşmüştür. Zira o avcı komutan, yakaladığı -biribirine düşman, hatta hayvan gözüyle bakan- panteist veya animist gurupları biribirlerinden tecrit ederek yerleÅŸtirmek, ve hepsini de ayrı ayrı rutin iÅŸlerde, belirli zaman peryodlarında çalıştırmak mecbûriyetindeydi. Ve dolayısile de, yaptırdığı iÅŸlerin bütününe akıl erdiremeyen, sekter (veya uzman) görüşlü bu kastî mahlûklara, “tanrı†olarak görünmek durumundaydı... Böyle bir -muktedir- insanın kafası (zihniyeti), tabiidir ki, “küçük daÄŸları ben yarattım; büyüklerini de babam†hâlet-i rûhiyesi'ne binâen forme olurdu. Ki nitekim, Sumer “tanrı-kralâ€larının mahsûlü olan mitoloji ve “politeizmâ€de de, sebebi bilinemeyen her olay ve olgu, bir “muhayyel tanrı†kiÅŸiliÄŸine veya mit'ine baÄŸlandı; onlarla hayâlen (rüya ve halüsinasyon görmek anlamında) görüşülüp, lâfzen akrabâlık tesis edilerek... Yâni muhayyel ÅŸahsiyetlerle hayâlî akrabâlıklar kurgulanarak, bunun edebiyâtı (mitoloji) kondu ortaya... Zâten avcılıkta ve savaşçılıkta, sözlü irritasyon ve ajitasyonların gereÄŸine binâen, Sumerlerde sesli iletiÅŸime çok önem verilmiÅŸ, ve hatta bu yüzden “sesleri kaydeden yazı†türü icat edilmiÅŸti; Mısırlıların kavram kaydeden (resmeden) yazısından -yani hiyerogliften- farklı olarak... Ve bu sebeple de, ÅŸiirsel (destansı) söylemler, daha bir çekicilik ve kalıcılık kazanmıştı... Sumer mitolojisindeki fonksiyoner tanrılar, müteakip antik devirlerde, Greklerin ve Romalıların da muhayyelelerini çalıştırdıktan sonra, Batı'da uydurulan “felsefeâ€lerin içinde sözsel (metaforik) kavramlara dönüştüler; Âlem'i, kendilerinin konum ve ÅŸartlarından bağımsız, tanrısal bir “objektifâ€likle temâşâ ettiklerini sanan, -hükümdar ve hükümetlerin himâyesine mazhâr olmuÅŸ sekter zihniyetli, egosantrik- filozoflar mârifetiyle... Ve ondan sonra da, ölçüye gelmez sözsel kavramlarla yapılan, dolayısile de, aslında herkesin kendi konum ve ÅŸartlarını dayatmaya çalıştığı “kısır çekiÅŸme†anlamındaki, “skolastisizm†veya “lâfazanlık†veya “tartışma†kültürü çıktı ortaya... Onun içindir ki hiçbir filozof (veya filozof tandanslı tarihçi), kendisinin - “hayvanâ€dan farklı olarak- “melekelerâ€i dolayısile, sürekli bir “sayma-sıralama†etkinliÄŸi içinde bulunduÄŸunu idrâk ederek, insanların ritmik hareketlerle çalıştığı/çalıştırıldığı Kadîm Mısır Uygarlığı'nın, insanlığın sosyolojik tarihî orijini olduÄŸunu anlayamadı... Demek ki, son tahlilde bu Sumer'ler, sebebi bilinmeyen olay ve olguları, hikmeti kendinden menkul “soyut kiÅŸiâ€lere (veya mercilere) baÄŸlamak gibi salakça bir “izah alışkanlığıâ€nı, “galat-ı meÅŸhur†olarak yerleÅŸtirdiler insanların zihinlerine... Veya baÅŸka bir deyiÅŸle, bilinmeyenleri bilinemeyenlere (muhayyel varsayımlara) baÄŸlamak veya endekslemek gibi bir açmaz yarattılar insan düşüncesinde... Zira, tarifli görevleri veya meslekleri olan fonksiyoner tanrılar, -o mesleklerin, idealize edilen pîri anlamıyla- târif edilebilen bir soyutlukta olabilirlerdi belki ama, her ÅŸeyi yapabilen, her ÅŸeye muktedir olan (bütün varlıkları da yaratmış olan) tek bir “soyut tanrı†kavramı, “kiÅŸi†veya “varlık†sayılamaz, ve târif edilemezdi. Ve de “en büyük -bizim- Allah'tır; O'ndan büyük ilâh yoktur†gibi bir söz, bir “târifâ€in deÄŸil, ancak “benim babam herkesin babasını döver†gibilerinden çocukça bir iddianın ifâdesi sayılabilirdi... Ama ne var ki, peygamberler ve zihniyetleri, bu kültürün ürünü idiler... Dolayısile onların da, Mezopotamya'nın bütün “tanrı-kralâ€ları gibi, tanrılarla tanışmaları ve konuÅŸmaları gerekiyordu; halk indinde îtibâr kazanabilmeleri için... Kaldı ki o sıralarda Mısır'da da -Sumer'in ve ardıllarının etkisiyle- “tanrı-kral†hânedanları hüküm sürmekteydi... Onun için, hepsi de bir ÅŸekilde tanıştılar(!), konuÅŸtular(!), kâdir-i mutlak ve emsalsiz “tek tanrıâ€larıyla... Sanki hem “emsalsizâ€, hem de insanın muhâtabı olan bir “kiÅŸiâ€lik, mümkün olabilirmiÅŸ gibi... Halbuki aslında insan, “kıyas†yaparak düşünür ve anlardı; hiçbir ÅŸeyle kıyaslanamayan ÅŸey ise, “yok†hükmündeydi mantıken... Onun içindir ki insanlık, bu “emsalsiz tanrı†nâmına söyledikleri her zırvayı kabul ettiren, ve bu arada “bilimâ€i de ipotek altına alan zorbaların (memleket,arâzi ve sermâye sâhiplerinin) güdümüne girdi. Zira yalnız lâfla, haklılık veya doÄŸruluk ispatlanamıyor, ve üstelik, bilim için ölçü (veya kriter) bulmak, ve ölçüm yapmak da, sözkonusu zorbaların iznine tâbî kılınıyordu. Kaldı ki bugün, biribirlerine sarmallanmış halde, bilinmeyen bir âkıbete (kıyâmet'e) doÄŸru -hızla- yol alan insanlar (toplumlar) muvâcehesinde dahî, gidişâtı sorgulamak ve anlamak için, bir bilimsel çalışmaya -bile- fırsat verilmemekteydi; at gözlüklü (uzman) bilimcilerin, “kariyerizmâ€le dizginlenmeleri, ve bildikleri yolda güdümlenmeleriyle... Demek ki, kastî iÅŸbölümü düzeninin mahsûlü olan Sumer zihniyeti, ancak “Politeizmâ€e cevaz verebilecek, ya da “tek tanrı†kabûlünde, sâdece mahalli veya kavmî (veya kastî) dinler ortaya koyabilecek, bir sekter mentalitedir. Yâni, insanlığın gidişâtında, “tevhidâ€i saÄŸlayacak, ve de tek bir “Tanrısal Yol†bulacak (döşeyecek) bir mantıkî “alt-yapıâ€ya sâhip deÄŸildir bu zihniyet... Nitekim bu gerçek, “tek tanrıya inanıyoruz†diyenlerden müteÅŸekkil birçok dinin ve mezhebin ortaya çıkmasıyla da apaçık görülmüş ve anlaşılmıştır; “akıl bâliğ†olanlarca...
“Erken Mısır†Uygarlığı, Bir “İnsanlık JeneriÄŸiâ€dir.
AÅŸağı yukarı Büyük Piramit'in yapımı sıralarında (MÖ. 2500) baÅŸlayan krallık (firavun'luk) ve hânedanlıklar dönemine kadar gelen bir süreç zarfında, “Yukarı Mısırâ€da evrensel bir kültürün ve yüksek bir bilinçlenmenin ortaya çıktığı gâyet açıktır. Çünki herÅŸeyden önce, o kültürün ve bilinçlenmenin en saÄŸlam delili olarak, B.Piramit (Khufu veya Keops) bütün ihtişâmıyla ayakta durmaktadır... Nil nehrinin kaynaklarına doÄŸru yeralan “Yukarı Mısır†ülkesi, hem hava ÅŸartları (sıcaklık) bakımından uygun, hem de “totem†hayvanları bakımından zengin bir bölgeydi. Onun için de, bu bölgenin insanları, avcılığa (ve savaşçılığa) mecbur kalmadan, uzun süre “panteist zonâ€da yaÅŸayarak -ritmik âyinlerle- bedenî ve aklî melekelerini iyice güçlendirebilmiÅŸlerdir. Hatta, bireyci topluma (sosyalleÅŸmeye) geçtikten sonra bile, “zamanâ€Ä± sâdece çalışma, beslenme vs. gibi sosyal etkinliklerin peryodik uzunluklarını ölçmeye, yani insanları, alışkanlıkları ile gütmeye yarayan bir araç olarak deÄŸil, aynı zamanda onların melekelerini güçlendirmeye (yani mental terapiye) yarayan bir ritm efekti (davullarla vurulan ritm) olarak da kullanmaya devam etmiÅŸlerdir. Ve dolayısile de, bu sürecin sonunda, birdenbire bir “bilinç eÅŸiÄŸiâ€nden taÅŸarak, bu yüksekliklerinin, “ölçü†ve “matematiksel gösteriliş†anlamındaki nişânesini veya timsâlini, “Büyük Piramit†olarak, Yeryüzü'ne ve tarihe perçinlemiÅŸlerdir... Nitekim bugün hâlâ Yukarı Mısır, KuÅŸ, Timsah, Çakal gibi “totem†hayvanlar bakımından zengindir. Ve de Mısırlılar, bir bilinç kopukluÄŸu yaÅŸamadan, yâni ilk varoluÅŸlarında (Panteist Zon'da) yumurtalarını, kusmuklarını yedikleri bu hayvanları, beÅŸerî vicdanlarında unutmadan, -Paut (Put) dedikleri panteonlarında (veya tanrılar listesinde)- Âmon'un yardımcıları fonksiyoner tanrılar olarak, mümtaz yerlere oturtmuÅŸlardır; gâyet rasyonel veya anlaşılır bir kadirÅŸinaslık örneÄŸi göstererek... Yâni melekeleri var eden ve güçlendiren panteist beslenme ritüelinin, veya âyininin sebeb-i hikmeti olan totem hayvanlar, insanlaÅŸmaya (bilinçlenmeye) yaptıkları karşılıksız katkıların ulvî (idealize edilmiÅŸ) sembolleri olarak panteonda yer almışlardır Mısır'da... Yoksa, Sumerlerde ve Greklerde olduÄŸu gibi, tamamen indî bir ÅŸekilde târif ve tâyin edilmiÅŸ muhayyel kiÅŸilikler anlamıyla deÄŸil... B.Piramit'in yapımı sıralarında tesis edilen ilk hânedanlığa kadar, Mısır'ı Âmon Tapınağı'nın râhipleri (veya Âmon Tapınakçıları) yönetiyor, ve en çok inisiye olmuÅŸ (âdeta imbikten geçmiÅŸ) baÅŸ râhip de, “hükümdar†gibi bir görev îfâ ediyordu... “GüneÅŸ Tanrı†Âmon, canlılar âleminin yaratıcısı olan bir (tek) tanrıydı; ki bu, bugün dahi rasyonelliÄŸini koruyan bir “tek tanrı†inancıydı. Çünki gerçekten de, bütün Canlılar Âlemi'ni GüneÅŸ yaratıyor ve yaÅŸatıyordu; ve buna karşılık insanlardan, “tapınma (ibâdet)†gibi bir ihtiram jesti ve/veya yalakalık da beklemiyordu... GüneÅŸ'in bu âlicenaplığını istismar ettiÄŸimizden dolayıdır ki, bizler hâlâ, bir “fotosentez†olayının sırrını çözmek için bile düşünmüyor ve uÄŸraÅŸmıyoruz... Şâyet bir gün, GüneÅŸ'in bu sırlarını çözebilirsek, ancak o zaman GüneÅŸ'i, bildiÄŸimiz -ve yeniden üretebileceÄŸimiz- varlıklar arasına katar, ve “tanrı†kavramını soyutlayabiliriz; veya daha soyuta doÄŸru öteleyebiliriz... Ancak nevar ki, “Kapitalist†zorba mugâlâtacılar, ve onların “at gözlüklü†uzman bilimcileri, Sumer mahreçli OrtadoÄŸu dinlerinin, -GüneÅŸ'i de yarattığı farzedilen- muhayyel “tek tanrıâ€sına sâhip çıkarak, O'nun, bütün Kâinât'ı bir lâhzada nasıl yarattığı (Big-Bang) hakkında kafa yormakta (!), veya bu konu üzerinde “akıl jimnastiÄŸi†yaparak vakit geçirmektedirler. Ve bu arada da, dinlerin tanrısının, nasıl çözümsüz sırlara vâkıf veya sâhip olduÄŸunu, dolayısile metafizik bir “Öbür Dünyaâ€ya inanılması -ve muhayyel Tanrı'ya tapınılarak, O'nun sevgili kulları olan zenginlere itaat edilmesi- gerektiÄŸini telkin etmektedirler kitlelere... Ama bütün bunlara raÄŸmen, düşünen insanların yüreÄŸine su serpen ve insanlığın Kadîm Mısır orijinli bir bütünlüğe sâhip olduÄŸunu (ve olacağını) gösteren en çarpıcı işâret, dinlerdeki bütün dualarda hâlâ, Âmon tapınağında -sevinç tezâhürü olarak- yapılan “zikr†âyinlerindeki sedânın seslendirilmesidir; âmen veya âmin ÅŸekillerinde... Yâni Kadîm Mısır'ın Âmon tapınaklarında baÅŸlatılmış bulunan bir ritmik titreÅŸim, zamanlar ve mekânlar üstü bir rezonans olayı olarak, günümüzdeki dindar kitleleri de hâlâ aynı hecelerle titreÅŸtirmektedir. Demek ki Sumer mahreçli dinler (peygamberleri ve baÄŸnaz mensuplarıyla..), ne B.Piramit gibi bir “bilinç†âbidesini yerinden söküp dağıtabilecek gücü gösterebilmiÅŸler, ne de “Âmon!†zikrini farkedip deÄŸiÅŸtirebilecek bir düşünce (veya meditasyon) derinliÄŸine ulaÅŸabilmiÅŸlerdir... Sâdece, Abbasî Halifesi Me'mun vâsıtasıyla, B.Piramit'in alçıdan sıvalarını kazıtabilmiÅŸ, ve de Âmon sözcüğünü kendi aksanlarına göre -Âmen veya Âmin ÅŸekillerinde- deÄŸiÅŸtirebilmiÅŸlerdir... Yâni “dedüksiyon†mantığıyla düşünürsek, dinlerin Rabb, God, Allah adlarıyla anılan tanrısı, GüneÅŸ Tanrı Âmon'u indirgeyememiÅŸ (yani şümûlü dâhiline alamamış), hatta tam tersine, kendisi Âmon'un “zikr†şemsiyesi altında icrâ-i sanat eyler halde kalmıştır, da diyebiliriz ... Çünki dinlerin tanrısı, kendini ispat etmek için daima -peygamberler vâsıtasıyla- ÅŸifâhî mesajlar göndermiÅŸ, ve insanlar bu mesajların anlamını çarpıttıkça da, yeni peygamberlerle yeniden göndermiÅŸtir; Sumer “tanrı-kralâ€larına yaptığı gibi... Ama Mısır'ın Âmon'u (yani GüneÅŸ), kendini, yaptıklarıyla -gösterdiÄŸi mûcizelerle- fiilen ispatladığı için, lâfazanlığa gerek duymamıştır... B.Piramit ile “Âmon!†zikri, Sumer uygarlığı'nın Mısır uygarlığı'na yaptığı iki büyük (radikal) müdâhaleye raÄŸmen korunmuÅŸ işâret ve ifâdelerdir; ki bunlardan birisi “ataerkil verâset hukûku†ve “hânedanlık yönetimi†ihrâcâtı, diÄŸeri ise Âmon'un yerine muhayyel soyut tek tanrı Aton'un ikâme ettirilmesi -darbesel- teÅŸebbüsüdür. Ve de peygamberler, bu Aton'cuların ardılları sayılabilirler, bir bakıma... Kaldı ki Mısırlıların, Panteist Zon âyinlerinden Âmon tapınaklarına, oradan da bütün günlük çalışmalara taşıdıkları, vurmalı sazlar vâsıtasıyla “zamanın ritmle vurgulanması†şeklindeki melekî (melekelerle ilgili) zaman anlayışı, dinler devrinde de, dindarların -Tanrı'larının kiÅŸiliÄŸine karşı ihtiram jesti anlamında geliÅŸtirdikleri- bütün “tapınma ritüelleriâ€ne raÄŸmen, bir “Tarikat†etkinliÄŸi olarak derinden derine sürüp gitmiÅŸtir... Aynı “tarikatâ€larda, meditasyon (oto-kontrol) ve inisiyasyon (melekeleri güçlü insan seçilimi) teknik ve usûllerinin bir çoÄŸu da, -en azından Hindistan kaynaklı olduÄŸu kadar- Kadîm Mısır mahreçlidir. Ãœstelik, “tarikatâ€larda, ve de özellikle Kabbala denilen Yahudi tarikatında, pek önemli bir uÄŸraÅŸ ve meslek olan “Kâhinlik†de aslında, insanlığın “Kadîm (zamanlar üstü) Mısır†orijininin -mistik- idealizasyonu anlamını taşımaktadır. Yâni o “kadîm†zamanda, herÅŸeyin bilindiÄŸini, dolayısile o zamanın bilgelerinin, muhtelif ÅŸekillerde (rivâyet ve rumuzlarla) gelen sırlarına erebilenlerin de, -Fütüroloji anlamında- geleceÄŸi bilebileceÄŸi inancına veya varsayımına dayanmaktadır... Mistik Kabbala'cıların, bu “kehânet†ütopisini, ÅŸu ÅŸekilde doÄŸrulamak veya gerçekleÅŸtirmek mümkündür: Kadîm Mısır'ı anlamak demek, insanın, davranışlarıyla düşünceleri arasındaki “feed-back†etkileÅŸimini toplumsal plânda veya çapta gerçekleÅŸtirmek demektir; ki bu da, -melekeler bakımından- liyâkatli olan insanların seçilimini, yâni “inisiyasyonâ€u gerçekleÅŸtirmek anlamına gelmektedir. Bu durum, tabiatıyla -toplumların ve insanlığın hata yapma ihtimâlini minimum'a indireceÄŸinden dolayı- insanlığın kronolojik “yap-boz†tarihini aÅŸması, yani istikbâlini bilmesi anlamını da taşımaktadır, aynı zamanda... Çünki böyle bir aÅŸamada, bilinen ve tasarlanabilenler yapılabilecek, yapılanlar da iyi bilinecektir. Ve dolayısile, insanlığın beklenmedik veya umulmadık mecrâlara sürüklenme ihtimâli kalmayınca da, “kehânet†iÅŸi ve iÅŸlevi anlamını yitirecektir. Zira “kehânet†ihtiyacı ancak, yalanın yanlışın kol gezdiÄŸi, ve kararların kumar oynar gibi alındığı ortam veya toplumlarda, daima beklenen ve korkulan “piÅŸmanlık†duygularından arınma arayışlarını karşılamak üzere çıkmaktadır ortaya... Bunun ötesinde, toplumda rezidü (çökelek) olarak kalmış bulunan “geri†insanlar ile “gençâ€lerin, “özgürlük†adı altında izhâr edebilecekleri -hayvânî- tatminsizlikleri de, onlara içgüdüsel hazzların, “çeÅŸnicilik†ve “cinsel fetiÅŸizm†şekillerinde gereÄŸi ve yeteri kadar tattırılmasıyla, tatmin ve tedâvi edilecektir tabii ki.. Ve böylece de, herhangi bir biçimde, bir “istibdât†söylemi sözkonusu olamayacaktır. Çünki, aklı başında olan herkes, Sumer-Grek-Roma orijinli “oburluk ve fuhuÅŸ düşkünü=düşünen hayvan†zihniyetinden kurtularak, içgüdüsel eÄŸilimlerin “akıl dışıâ€lığını, ve de yararsızlığını idrâk edip, beslenme ve çiftleÅŸme etkinliklerini bir “def-i hâcet†anlamında yerine getirecektir; üremenin deÄŸil, insânî kalitenin deÄŸer kazandığı bir Dünya'da... Ve ondan sonra da giderek, kapitalistlerin “yaratıcı dinamik†olarak gördükleri içgüdülerin, ve onlardan mütevellid -hayvânî- rekabetin, aslında yarattığı deÄŸerden çok daha fazlasını yok ettiÄŸi anlaşılacaktır. Zira akılla -çeÅŸni ve fetiÅŸ ÅŸekillerinde- kurgulanan ve güdümlenen içgüdülerin, tatminsizlik ve ihtiras (hırs) kaynağı olarak büyük tahribât yaptığı, ve üstelik de, reflekssif iliÅŸki-iletiÅŸim tarzıyla, insanların melekelerini bozduÄŸu, açıkça ortaya çıkacaktır...
Çağdaş Bilincin Rubikon'u...
Aslında insanları, içgüdüsel (hayvanî) ihtiyaç düşüncelerinden ve endiÅŸelerinden, dolayısile de mistik arayışlardan kurtarmanın ilk (gerek) ÅŸartı, onları -aynı ritmle- dans eder gibi yaÅŸar ve çalışır hâle getirmektir. Çünki bu ÅŸekilde insanlar, -melekî rezonansla- Kadîm Mısır'ı da kapsayacak evrensellikte, duygu ve düşünce birliÄŸine (uyumuna) vararak, paylaşımcı olacaklar, ve de biribirlerine ve dolayısile istikbale karşı duydukları kuÅŸku ve korkularını yeneceklerdir... Bu ÅŸekilde ortaya çıkacak olan bilinç ve verimlilik (randıman) patlamasını, hiçbir kapitalist eÄŸitim ÅŸekli, ve finansman kaynağıyla saÄŸlayabilmek mümkün deÄŸildir... O halde son olarak denilebilir ki, sekter kapitalist zihniyetini, dayanmakta olduÄŸu Sumer paradigması ile birlikte kafalardan kazıyabilmek için, insanlara, ritmik zaman birimine göre âyarlanmış saat kullandırmak bir “ön ÅŸartâ€tır. Zira bilinç ve insanlık, ritmik davranışlarla lineer (tek düze akıp giden) zaman duygusunun kazanılmasıyla baÅŸlar. Bütün diÄŸer ölçüler ve “mekân†kavramı da, bu zaman mevhumu ve ölçüsünden türer; ki böylece de “insanâ€, kendini bir varlık olarak idrâk eder... Dolayısile de, içgüdüsel (reflekssif) etkileÅŸimlerden kaynaklanan bütün -hayvânî- korku ve endiÅŸeler, bu bilinçlenmeyle aşılır. Çünki bir defa, melekeleri güçlenen ve dolayısile ihtiyâri veya gayri ihtiyârî olarak “sayma-sıralama†iÅŸlemleri yapan insanlar, reflekssif etkileÅŸim ve çaÄŸrışımlardan kurtulurlar; sonra da, -her ÅŸeyin ve olayın ölçüsü ve matematiksel gösteriliÅŸi ortak (objektif) olacağından dolayı- müşterek (insânî) hüküm ve kararlara varırlar. Ve ondan sonra da artık, biribirlerine hasım olan insanlardan bir kısmı, -hayvânî- kurnazlık ve sahtekârlıkla elde ettikleri servetlerine meÅŸrûiyyet kazandırmak için, diÄŸerleri de uÄŸradıkları maÄŸdûriyet muvâcehesinde teselli aramak üzere, “her ÅŸeye muktedir muhayyel Tanrı'ya tapınma†noktasında birleÅŸme veya uzlaÅŸma ikiyüzlülüğünü ve salaklığını göstermezler. Ve dolayısile de, anonim bir “insâniyet bilinciâ€nde birleÅŸirler... Bu “bilinçlenme†aÅŸamasının “rubikonâ€u veya “sıçrama eÅŸiÄŸiâ€, zaman ölçüsü birimini ritmik boyuta çekmekle birlikte, günlük hayatta kullanılan saatleri bu zaman birimine göre yeniden âyarlamaktan ibârettir. Çünki ritmik efektler veren bir “saatâ€, herÅŸeyden önce bütün insanları ritmik rezonansa sokmakla birlikte, aynı zamanda onlarda, duygu ve düşünce beraberliÄŸinin zemînini de oluÅŸturacaktır. Ve bu arada bir çok “psiko-somatik†ve “psiko-nörolojik†hastalıklara da devâ olacaktır. Ki bu hastalıklar arasında en öne çıkanlar da, “Parkinson†veya “Alzheimer†gibi adlar verilen, bunaklıkla ve titreklikle ilgili olanlarıdır. Zira bu hastalıklar kesinlikle, tüm insanlığın bilinç eksikliÄŸinden kaynaklanan illetlerdir. Çünki kendi gözlemlerimden ve incelemelerimden çok iyi biliyorum ki, yaÅŸlı insanlar, “asabiyyet (sinirlilik)†veya “hafifmeÅŸreplik†göstergesi olarak yorumlandığı için, parmaklarıyla, elleriyle veya ayaklarıyla tempo tutmayı veya ritm vurmayı zûl addetmekte ve dolayısile de bu gibi hareketlerden kaçınmaya büyük gayret göstermektedirler. Ve bu ÅŸekilde de, “irâde gen'iâ€ne karşı irâde koymak gibi bir antagonizmaya saplanarak kendilerini hasta etmektedirler... Yoksa, kendilerini rahat bıraksalar, insanların yaÅŸlandıkça, -çaÄŸrışımlara sebep olarak insanı yoran- sözlerden ve melodilerden arındırılmış veya yalıtılmış olan (yani “şarkı†olmayan) ritmik efektlere daha çok ihtiyaç duyduÄŸunu, çünki bunun, “sayma†ve “sıralama†melekelerinin çalıştırılması ve/veya diri tutulması anlamına geldiÄŸini idrâk edebileceklerdir... Mesela, atalarımız olan BekdaÅŸi babaları bile, bugünkü sekter (uzman) bilimcilerden çok daha bilinçli idiler... Bütün gün tespih çekip -ritmik- “zikr†yaparak irâdelerini (melekelerini) güçlendirdikleri içindir ki, ileri yaÅŸlara kadar sıhhatli olarak içki içip, softalarla (Teist'lerle) dalga geçebiliyorlardı. Çünki o hareketleri, “Tanrıâ€ya yaranmak için deÄŸil, kendilerine yaradığı için yaptıklarını -en azından- hissediyorlardı... Son olarak denilebilir ki, bu kadar faydalı olan, ve dolayısile de sürümünün (piyasa talebinin) gâyet iyi olacağı anlaşılan bir “saatâ€in imâlâtına tâlip olmayacak -art niyet'siz- hiçbir giriÅŸimci düşünülemez... Onun için, bu satırları okuduktan sonra da harekete geçmeyenler, ya okuduÄŸunu anlamayan “gerzekler†makûlesindendirler, ya da “insâniyet hâiniâ€dirler... Ama ne var ki, Türkiye gibi, Dünya'nın “orta göbeÄŸiâ€nde bulunan bir ülkeyi, gerzekler de, kapitalistler de -bütün olarak- yönetemez; ve de bir raddeden sonra ülkenin parçalanmasını önleyemezler. Çünki hem bütün tarihî rezidüleri ihtivâ eden, hem de Dünya'daki güç odaklarının ilgisini çeken böyle bir tarihî ve coÄŸrafî stratejik bölge ancak, insanlığın inisiyatörlüğünü yapmak ve/veya inisiyatör insanları barındırmak sûretiyle var olabilir; Roma ve Osmanlı zamanlarında olduÄŸu gibi...
“Anti-Teizm†Yaftalı Provokasyonlara Karşı...
Son zamanlarda bir de, Batılı'lara karşı “aÅŸağılık kompleksiâ€yle mâlûl, düşünme özürlü, hasetçi ukalâlar çıktı ortaya... Benim bu tebliÄŸlerde iÅŸlediÄŸim fikirlerin orijinal olmadığını, bunları Batılı yazar veya mütefekkirlerden aşırdığımı (intihâl ettiÄŸimi) îmâ edecek kadar da ileri gittiler... Onlar düşünemiyorlar ki, bir Batılı veya Batıcı ile benim ifadelerim arasında metaforik (sözsel) benzerlikler görülüyorsa, bu durum, onun -fikirlerimi speküle etmek veya gürültüye getirmek için- benden çalıntı yaptığını gösterir. Çünki ben, bütün bilimlere şâmil bir “metodolojiâ€yi anlatmaya çalışıyor, ve de bunun realizasyonunun ancak, ritmik zaman biriminin tatbikâtıyla mümkün olabileceÄŸini ÅŸart koÅŸuyorum. Zira bir metodolojinin, realiteyle -onu tahkîke ve deÄŸiÅŸtirmeye ma'tûf- bir teknolojik irtibat noktası yoksa, o taktirde o metodoloji, “bilimâ€in deÄŸil, ancak bir felsefenin üretim yöntemi (mantığı) olabilir; ki dolayısile de, sâdece düşünce jimnastiÄŸi veya kısır tartışma (skolastisizm) yapmaya yarar... Bilimsel teorilerin realiteyle irtibat noktaları ise, “ölçüâ€lerdir; ki “ölçüâ€, teoride yâni zihinsel (sanal) âlemde “sayıâ€, pratikte (realitede) de “ölçme fiili (ölçüm)†anlamına gelir. Ve bütün ölçülerin anası da “zaman ölçüsü = ritmâ€dir... Anlaşıldı mı gerzekler?... Şâyet bu “Rubikon-Åžartâ€Ä± idrâk ve kabul eden bir Batılı veya Batıcı mütefekkir varsa, biri bize de haber versin de -intihâl (veya taklitçilik) ne kelime- hemen gidip mürit olalım kendisine...
Ä°nsan (Emek) Bilimi adını verdiÄŸimiz bilimsel teori veya metodoloji, MÖ.2500'den önceki yüzyıllarda Mısır'da biliniyor ve tatbik ediliyordu aslında... Ama ondan sonra, orada da “Hânedânlık†düzeni tesis edilince, günümüze kadar bütün Dünya'da, oligarÅŸik bir “dünya görüşü†ve bilim anlayışı hâkim oldu. Bir tarihten sonra, memleket ve arâzi sâhipleri oligarÅŸisinin yerine kapital sâhiplerinin oligarÅŸisi de geçse, bu durum deÄŸiÅŸmedi. Ve böylece de, insan ve toplum hakkında üretilen fikirler, hiçbir “ölçüâ€ye tâbi, hiçbir sâbite'ye baÄŸlı olmayan metaforik (mecâzi) kavramlarla örülmüş, “felsefe†veya -eylemli felsefe de denilebilen- “ideoloji†şekillerinde tebellür etti... Bu “fikir†biçimleri, bir “insan†veya “toplum†modeli kurgulamak, ve sonra da bunu -bir ÅŸekilde- gerçekleÅŸtirmeye çalışmak anlamını taşıyordu. Ki dolayısile de ancak güçlülerin, yâni hegemonların veya isyancıların fikirleri bir deÄŸer ifâde ediyordu. Ve tarihî kategoriler olarak dinler de aslında, sonradan “kapitalizmâ€e uyarlanmış (veya âyarlanmış), eski -antik- zamanlardaki, “tanrı-kralâ€lar (ve ardıllarının) karşıtı isyancıların (peygamberlerin) ideolojileri idiler... Düşüncelerin davranışları etkilediÄŸi gibi, yaÅŸam pratiÄŸindeki davranışlar da düşünceleri, “feed-back†şeklinde etkilediÄŸi için, hegemonların felsefeleri ve ideolojileri, hegemonik “dünya görüşüâ€nün, isyancıların ideolojileri de, -içgüdüsel ihtiyaç taleplerinden kaynaklanan- isyan pratiÄŸinin izlerini taşıyordu; ki dolayısile her ikisi de sekter ve subjektif idiler... Onun için şâyet Batı'da bugün, Kapitalist hegemonların tesirinden kurtulmuÅŸ olmakla birlikte, sosyalistlik veya komünistlik gibi soytarılıklara da soyunmamış bir düşünür varsa, onun da mutlaka, insanların, “düşünce†ve “davranış†kümelerinin arakesit (veya irtibat) elemanı olan “ritm melekesiâ€ni, -insanlar arasında, senkronizasyon ve koordinasyon yaratması için- çalıştırmak üzere, bir “ritmik zaman birimiâ€ne göre âyarlanmış bir “saatâ€in imâlâtı üzerine düşünüyor ve çalışıyor olması gerekir. Ki biz de bundan -sâdece- memnûniyet duyarız. Yoksa, aksi taktirde, ne kadar din karşıtı (ateist, mateist) ve “anti-kapitalist†görünümlü düşünce veya fikir uydururlarsa uydursunlar, hepsi de bir “konformist felsefe†olmanın ötesinde bir mânâ ifâde etmez. Ve de, ÅŸu veya bu ÅŸekilde, mevcut düzenin [Demokratik (!) Muhâfazakâr'lığın] devâmına hizmet eder ancak... Bizim haberimiz olmadan Batı'da, din karşıtı ve anti-kapitalist bir bilim adamı, daha doÄŸrusu bir inisiyatör çıktıysa, bilenler veya duyanlar bizi de haberdâr etsinler ki, biz de onun emirlerine âmâde olalım... Yoksa, bir takım sözcük benzetmeleri yapıp, metafor alâkaları kurarak saçmalamasınlar; ve de ona buna hizmet eder duruma düşmesinler... Mesela, son zamanlarda pek moda olan, Richard Dawkins'in kitabı (the God Delusion/Tanrı Yanılgısı), tam anlamıyla bir “kapitalist provokasyonuâ€dur; veya “sosyalizm†ve “komünizm†ideolojilerinden daha aÅŸÅŸağılık bir “toplumun gazını alma operasyonu†âletidir. Hem de, parasının, “yarı-aydın†maÄŸdurlardan (yâni dinsel istismarcılığı hissedip de, çıkış yolu bulamayanlardan) tahsil edildiÄŸi bir operasyon... Çünki bir defa, din karşıtlığını, dinin tarihî ve toplumsal boyutundan tecrit ederek (yani dinin, tarihî ve toplumsal nedenlerini gözardı ederek) ele almakta, ve de -ne hikmetse (!)- homoseksüelliÄŸe benzeterek, kiÅŸisel veya entelektüel bir tercih olarak göstermektedir bu adam... Ve bu ÅŸekilde de, onun din karşıtlığının, dindarlar ile aynı “Sumer-Grek-Roma†paradigmasının veya paydasının üzerinde konuÅŸlanmış, ve dolayısile de, kesinlikle “negasyon†anlamına gelmeyen bir karşıtlık olduÄŸu anlaşılmaktadır. Ki böylece de, din(ler)in, “kapitalist hegemonyaâ€nın baskı ve sömürü aracı olduÄŸunu, onun için, din karşıtlığının sâdece entelektüel plâtformda sözkonusu olabileceÄŸini, ezilen kesimlerde ve ülkelerde ise, din karşıtlığından söz edilemeyeceÄŸini ikrâr ve telkin etmektedir; bu piÅŸkin provokatör... Dolayısile de, ateizm'in, deizm'in, agnostisizm'in aslında, entelektüellerin “düşünce jimnastiÄŸi†yaparak, sanal bir “özgürlük†hissi tatmaları için uydurulmuÅŸ bir “felsefe†fikriyâtı (ve/veya kulübü) olduÄŸunu, yâni bunların entellektüeller arasında yaÅŸanan gelip geçici cereyanlar (veya modalar) olduÄŸunu, ve de insanlığı hiç ilgilendirmediÄŸini ikrâr etmektedir. Ve bu sûretle de, dinle dalga geçiyormuÅŸ görüntüsü altında, aslında din vâsıtasıyla güdülerek sömürülen insanlarla, ve hatta tüm “insanlıkâ€la alay etmektedir bu adam... Zâten, düşünen insanları, -hegemonik önyargısıyla- refleksif etkileÅŸim ve uzlaÅŸmaz (vahşî) rekâbet içinde bulunan kedilere benzeterek, ve onun için de bunların biraraya gelemeyeceklerini beyân ederek, insanların asgarî müşterek ortak noktasını veya fenomenini (ritm melekesini) yok saydığı, ve dolayısile insanlığın “vicdânâ€Ã®, -panteist anlamda- “rûhâ€Ã® ve “bilimsel metodolojiâ€k birliÄŸini görmezden geldiÄŸi de, ayan beyan belli olmaktadır. Ve bu ÅŸekilde de, vahim boyutlarda “individualizm†sapması göstermekle, asıl kendisi komik durumlara düşmektedir. Çünki bu zât gibileri, “oligarÅŸik objektivite†anlayışına sâhip uzman bilimci (biyolog) olmaları hasebiyle, nesne ve olayları, diÄŸerlerinden ve de kendilerinden ayrı tutmak sûretiyle, kategorize ederek karşılarına almayı, ve ondan sonra da, varmıydı yokmuydu, şöylemiydi böylemiydi diye tartışmayı (skolastisizm'i) huy edinmiÅŸlerdir. O kadar ki, kendilerini (insanı) bile, bir farklı objeymiÅŸ -veya hayvanmış- gibi karşılarına alarak incelemekte, ve böylece de, “meditasyon (oto-kontrol)†tekniklerini ayrı tutmakla, “tebâbet†adı altında baytarlık yapmaktadırlar... Onun içindir ki, “tanrı†kavramının “insanâ€dan ayrılamayacağını, “insanâ€Ä±n da, bütün bilim dallarını kapsayan bir metodolojiyle incelenip, aynı zamanda “inisiyasyon (meleke ölçümü)†imtihanlarından geçirilerek, bir cevher gibi zenginleÅŸtirilmesi -ve böylece de bir “Tanrısal Yolâ€da ilerlenilmesi- gerektiÄŸini, bizim eski tarikatçılar kadar bile anlayamamaktadırlar. Ve onun için de, “eleÅŸtiri†adı altında kıyasıya didiÅŸtikleri “teistâ€lerle, aynı paradigmanın (temel kabullerin) üzerinde dans yaptıklarını fark edememektedirler. Ve böylece de, müşteri toplamaya mâtuf bir “kayıkçı döğüşüâ€nün, bir “tarafâ€Ä± olarak komik duruma düşmektedirler; rollerini ciddi ciddi oynarlarken... Richard Dawkins ile ilgili bazı Web sayfalarına eriÅŸimin engellenmiÅŸ olması ise sâdece, bu kayıkçı döğüşünün, -din ve tanrı istismârının gâyet revaçta olduÄŸu- ülkemizdeki ÅŸiddetini göstermektedir. Ki nitekim ülkemizde, teselliye ve “külyutmaz aydın†pozlarına (tavırlarına) muhtaç, pek çok “aydın müsveddesiâ€nin bulunduÄŸu da bir gerçektir...
Ali Ergin Güran: 17/01/11
Bu Tebliğ'yi, bu yaşımızda aynı yolda bulunmaktan övünç ve mutluluk duyduğum, en eski (55 yıllık) arkadaşım UTKU GÜNGEN'e ithâf ediyorum...