MUSTAFA GÜLBAY’A CEVAP (4)
Sevgili Mustafa, son –telefon- görüşmemizde, insânî kozmos’un (veya âlemin) oluşumunu, yâni “panteist zon” dediğimiz –zamanlar üstü- “kaos’tan çıkış” hâlini (veya “Tez” konumunu) anlamakta güçlük çektiğini belirtmiştin; zannederim ki birçok kişi de bu zorluğu çekiyordur… Bu durumu şöyle bir sembolizmle îzah etmek ve anlamak mümkündür herhalde… Mesela, şimdiye kadar Dünya’nın her yerinde yaşamış, yaşamakta ve yaşayacak olan bütün insanların, -elele tutuşarak- ritmik bir şekilde tepinmekte veya zıplamakta olduğunu tahayyül et!... Ve bu arada, -hipoteze göre- “insanlaşma kaosu”nun yarattığı ilk ve/veya en basit fenomenin “ritm melekesi” olduğunu, ama bunu muayyen bir sebebe bağlamaya çalışmanın “abesle iştigâl” anlamına geleceğini, çünki “kaos’a yakın” veya “kaotik” olayların (ve/veya oluşumların) -tıpkı, ilk hidrojen atomunun “fizîkî kaos”tan, ilk protein molekülünün “biyolojik kaos”tan çıkması gibi- çok yüksek ihtimalli olaylar olduğunu da aklından çıkarma…Bu –ritmik ve/veya senkronize olarak zıplayan- insanların beyni, dışarıdan algıladıkları objelerin çeşitli sıralanmalarını (permütasyon), ve de seçilip toparlanmalarını (konbinasyon) yapar. İşte “düşünce” denilen zihnî faaliyetin en basit hâli budur; ki bu faaliyetin yarattığı ilk kavram da, “ölçülü zaman” kavramı veya “zaman ölçüsü” kavramıdır… Ve ondan dolayıdır ki, her insan –prensip olarak- Dünya’nın her yerinde, geçmişte yaşamış, şimdi yaşayan ve ilerde yaşayacak olan bütün insanların duygu ve düşüncelerini anlama kabiliyetine ve/veya kapasitesine sâhiptir… Ama insanlar, -“panteist zon”un “anti-tez”i konumunda bulundukları- bütün tarihî devirler boyunca, düşüncenin veya aklın bilincine varamadıklarından, “düşünce” denilen zihnî faaliyet ile önce “hayvanlık”larını keşfederek, onun istek ve ihtiyaçları doğrultusunda çalışmayı mârifet saymışlar, ve de diğer hayvanlardan daha baskın bir hayvan hâline gelmekle –ve bütün Dünya’ya yayılmakla- övünmüşlerdir. Ve böylece de “varoluş” veya “oluşum” fenomenine karşı çıkmak gibi bir menfî pozisyonun içine girmekle birlikte, aynı zamanda biribirleri aleyhine hayat sahası açmaya çalışan –hayvan cinsleri gibi- rakip gruplara bölünmüşlerdir. Onun için de zaman zaman mahviyete uğramış, ve sonra da dînî ve askerî usûllerle ritmik ve/veya senkron davranış birliği hâlinde disipline olarak kendilerine gelmişlerdir. Ki mahviyyet’e sürükleniş sıralarında, “panteist zon” insanını (ve/veya “ateş öncesi” insanını), içinde hissederek uyarı görevi yapan şahsiyetlere de, “titan” gibi, “kâhin” gibi, “peygamber” gibi adlar vererek (hatta onları tanrı sûreti sayarak) mistik anlamlar yüklemişlerdir…
İşte kardeşim, insanı veya kendimizi, yâni “düşünce” denilen -“hayvanlık”lar üstü ve zamanlar üstü- faaliyetimizi anlamak bu kadar kolaylaştı artık… Ama bununla birlikte, “para”nın îcâdı, “artı-değer”in parça parça bölünüp dağılması ve de “komünikasyon”un yâni “ulaşım-haberleşme”nin hızlanması ile üzerimize çöken ve beynimizi yıkayan “kapitalizm” ideolojisi yüzünden düşünce yeteneğimiz köreldi. Çünki kapitalistler bize, insanlar arasındaki rekâbetin de, hayvanlarınki gibi doğal olduğunu bellettiler; ve hatta bunu, “insânî gelişmenin dinamiği” şeklindeki bir yorumla benimsettiler de bize… Böylece de, hayvanlar gibi reflekssif etkileşime girerek biribirimize karşı “kurnazlık” yapmayı, “düşünce” veya “tefekkür” sanmaya başladık. Ki bu yanlış inancın pekişmesinde ve yayılmasında da en büyük rolü, Tanrı tarafından mükemmel olarak yaratılmış insanlık düzeninin, ezelden ebede aynı olduğunu (ve olacağını), bunun ancak ve mutlaka bir “kapitalist kıyâmet”le son bulacağını vaaz eden din(ler) oynadı. Halbuki insanlar arasındaki rekâbet etkileşimi, “meditasyon” yapmayı, yâni akıl va irâde ile fizyolojik süreçleri kontrol etmeyi (murâkabe yapmayı) imkânsız kılmaktaydı. Dolayısile de –insanlaşma zonunda- “beyincik”lerindeki “bio-matik” kontrol merkezleri dumûra uğramış olan insanlar, özellikle beslenme ve üreme faaliyetlerinde pusulayı şaşırmakta ve ölçüyü kaçırmaktaydılar. Ve onun için de, kriz ve savaş halleri dışında düzen ancak, sıkı bir “uzmanlaşma” ve “işbölümü” sistemi sâyesinde, insanların “dolap beygiri” gibi –alışkanlıklarla ve/veya şartlı reflekslerle- çalıştırılmasıyla sağlanıyordu… Bugün artık en yetenekli ve yetili bilim adamları bile, “at gözlüğü” takar gibi öylesine uzmanlaştırıldılar, ve de önlerine atılan manca (yâni para) mukâbili çalışmaya o kadar alıştırıldılar ki, kendilerini yâni “insan”ı bütünüyle anlamak için dahî, kapsamlı bir “inceleme-araştırma” projesi tasarlıyamıyorlar; ve dolayısile de “insan”ı baştan yaratmak (sağlamak) yerine parça parça tâmir etmeyi ve bu arada bir yerini düzeltirken diğer yerini bozmayı mârifet sayıyorlar. Ve böylece de tüm insanların –özgür düşünce ve irâdeleri ile- aynı yöne yönelerek, insanlığın total irâdesini ortaya koymalarını engellemiş oluyorlar…
Ali Ergin Güran- 23/03/08